PERİHAN SAVAŞ ŞEBNEM ÖZCAN'A ANLATTI: YILLARCA ÇOK BÜYÜK FUKARALIK ÇEKTİM

SETLERE MİNÜBÜSLE GİTTİĞİNİ, AYIN SONUNU GETİREMEDİĞİNİ VURGULAYAN OYUNCU, HAYATININ KAPISINI ŞEBNEM ÖZCAN'A AÇTI. SAVAŞ, 'ALTIN KELEBEK' ÖDÜLÜNÜ ALMAYA GİDEBİLMEK İÇİN, KOMŞUDAN BORÇ PARA ALDIĞINI SÖYLEDİ.

İŞTE, ŞEBNEM ÖZCAN'IN PERİHAN SAVAŞ İLE YAPTIĞI O İLGİNÇ RÖPORTAJ:

GİRİŞ:
İlk kez 5 yaşında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Çocuk Bölümü’nde sahneye çıkan Perihan Savaş oyunculuk mesleğinde yarım asırı devirdi. 51 yıllık tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Perihan Savaş ile mesleğini, İbrahim Tatlıses’ten olan kızı Melek Zübey’deden dünyaya gelen torununu ve hayatı konuştuk. Şebnem ÖZCAN..

-Yıllardır sanat camiasının içindesiniz. Bu süreye onlarca sinema filmi sığdırdınız. Oynamayı çok isteyip de başka bir oyuncuya kaptırdığınız rol oldu mu?
Çok istediğim bir rol vardı. Daha sonra onu Türkan Şoray Hanım’ın oynayacağını duyduğum zaman çok üzülmüştüm. Ama rol bana döndü geldi. Demek ki çok üzülmüşüm. Filmin adı; Bedrana’ydı. O, sinemada dönüm noktam oldu. Bedrana bana ödül kazandırdı. 1974’te Antalya Film Festivali’nde o rolle, ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandım. Kitabını okuduğumda zaten çok beğenmiştim. Rahmetli Süreyya Duru’nun film yapacağını ve Türkan Hanım’ın oynayacağını duyduğumda çok üzülmüştüm. “Ahhh” dedim, fakat sonra rol bana kaldı. Hikayesi Doğu’da geçiyor. Bir töre hikayesiydi. Partnerim Aytaç Arman’dı.
-Her işi kabul etmeme gibi bir lüksünüz var mı? Yoksa geçmişte içinize sinmeyen işlerde de oynamak zorunda kaldınız mı?
Bir dönem yoktu ama şimdi Allah’a şükür olsun ki var. Daha seçici davranıyorum. Ama bir dönem Türk sinemasında erotik film furyası olmuştu. O dönem kenara çekildim. İşte o dönem 1.5 sene sahneye çıktım. Daha sonra gelen şarkıcı, türkücü filmlerini kabul etmek zorunda kaldım. İçime sinmeyen işlerde de zaman zaman rol almak zorunda kaldım. Başka bir meslek bilmiyorum. Gidip, manavlık, tezgahtarlık falan yapamayacağıma göre o filmleri yaptım. Çok da kötü değildi.
-Özellikle son yıllarda en favori mesleklerden biri oyunculuk… Dizilerde başrollere verilen ücretlerin çok yüksek olması, ebeveynlerin, çocuklarının oyuncu olması konusunda ısrarcı olmalarını sağlıyor. Sizce bu meslek göründüğü gibi kolay mı?
Göründüğü gibi kolay değil. Özellikle dizi sektörü çok çabuk tüketilen bir sektör… Bizim sinemada öyle değildi. Sinemada 35 yıl sonra ismimiz anılıyor. Bizi halk, dizideki isimlerimizle anmaz. Kendi isimlerimizi söyler. Ama yeni gençlerin hepsini dizideki isimleriyle  tanıyorlar. Dizi bittikten sonra onlarda maalesef bitmiş oluyor. O yüzden çok kolay bir şey değil. Para konusuna gelince; çok fazla para kazanılıyor. Ama bunun kalıcı olma ihtimali biraz zor. Gençlerin işi daha da zor.… Bir de arasında uçurum oluyor. Bu işe emeğini vermiş, tırnaklarıyla kazıyarak bir yere gelmiş oyuncularla, popüler kültürün sanatçılarının aldığı paraların arasındaki uçurum gerçekten çok ciddi. Ne kadar çok magazinin içinde olurlarsa, o kadar çok para kazanıyorlar. Ama sanatçılık bu değil. Tenzih ediyorum bazı gençler var, hiç bu işin içinde değiller. Magazinel değiller. Gerçekten bu işe gönül verip yapıyorlar. Kıvanç Tatlıtuğ, Nurgül Yeşilçay, Beren Saat, Engin Akyürek gibi isimler bu işi hakkıyla yapıyorlar. Bir de her yerde, her dakika aynı yüzleri görmeye başladı insanlar. Sıkılıyorsun.
-Perihan Savaş meslekte bulunduğu noktaya gelene kadar maddi, manevi çok zorluklar yaşadı mı? Zamanında hiç bakkala veresiye yazdırdınız mı? Ayın sonunu ekmek, peynir, zeytin yiyerek getirdiğiniz oldu mu?
Tabii oldu. Ben mesleğime ilk başladığım dönemlerde de daha sonraki dönemlerde de epey bir fukaralık yaşadım. Sahneye çıktığım dönem arabamı alabildim. Hep taksilerle, taksiden öncede minibüslerle gidip geldim sete. Ay sonunu getiremediğimizi hatırlıyorum, kiranın biriktiğini, annemin komşudan borç aldığını bilirim. 1973 yılında Altın Kelebek ödülü kazandığım zaman annem komşudan borç para almıştı. Ödülü alacağımı gece tören Lunapark Gazinosunda’ydı; o parayla, oraya gitmem için gidip kostüm aldık. Sonra peyderpey ödedik borcumuzu komşuya. Bu bir emek alınteri bu… O kostümü hiç unutmuyorum; beyaz, küpür dantel, bol paça, sırtı açık omuzunda siyah beyaz çiçeği olan bir kostümdü.
-Meslek hayatınız boyunca sizi hayal kırıklığına uğratan, sizi meslekten soğutan olaylarla ya da kişilerle karşılaştınız mı?
Meslek hayatımdan soğutan demeyelim de beni çok engellemek isteyen oldu. Çevremde çok Bizans entrikaları çevrildi. Ama bu benim hiçbir zaman mesleğimden soğumama sebep olmadı. Tam tersi beni kamçıladı. Yoksa benim ayağıma kaydırmak isteyenler çok oldu. Hala bile devam ediyor. Çok entrasan Allah o kadar büyük ki onun çok daha iyisini getiriyor benim karşıma. Onun çok daha iyisiyle karşılaştırıyor.
-Siz bu gibi durumlarla karşılaşınca nasıl tepki gösteriyorsunuz?
Hiçbir tepki göstermiyorum. Sadece şöyle diyorum “Allah’ım ben onları affettim. Sana havale ettim”… Bu kadar basit. Yoksa ben kimseye öfke duymam.
-Konu itibarıyla yeni diziler kirlendi mi? Reyting rekorları kıran dram dizileri ailelerin izleyebileceği nitelikte diziler mi?
Ben bazılarını seviyorum. Çok güzel oyunculukları olan, doğru yerlere parmak basan diziler var. Ama bazılarına baktığım zaman bana biraz sahte geliyor. Ne bileyim oyunculukları beğenmiyorum, bu arz talep meselesi… İnsanlar beğenir ben beğenmem… Ama benim izlediğim dizilere baktığınız zaman gerçekten oyunculukların güzel olduğu, kurgunun güzel olduğu, hikayenin güzel olduğu dizilere dikkat ediyorum. ‘Öyle bir Geçer Zaman ki’yi izliyorum. Hepsi çok iyi oynuyorlar. ‘Kayıp Şehir’ hepsi çok iyi oynuyor. ‘Muhteşem Yüzyıl’ı izliyorum. Kostümler güzel, entrikalar güzel, oyuncular güzel keyif alıyorum izlemekten. Şimdi ‘Karadayı’yı izliyorum, güzel gidiyor.
-Siz, yıllarını bu işe vermiş bir oyuncu olarak disiplinsizlik yapan genç oyuncularla çalıştınız mı, karşılaştınız mı ya da haklarında şikayet duydunuz mu?
Çok fazla karşılaşmadım. Olsa bile çok azdı. Onlar da sonra düzelttiler kendilerini…
-Yeni nesil oyuncuların size karşı davranışları nasıl? Size karşı saygılılar mı yoksa sizleri yokmuş gibi mi varsayıyorlar?
Benim çalıştığım bir kişi hariç, onun dışındakiler son derece saygılı son derece kibar insanlardı.
-O bir kişi kimdi ve ne yapmıştı?
İsmini söylemeyeceğim ama set işçisini azarlamıştı. Herkes sette yemek geldiği zaman kalkar kendisi alır. Ama bizlere setteki çalışan arkadaşlar, “Abla sen otur, biz sana yemeğini getiririz” derler. O saygıdan kaynaklanır. “Tamam çocuğum sağol teşekkür ederim” derim. Ben bir çay isterken bile, “Canım hadi güzelim bana bir çay verir misin?” derim. Getirdiği zaman da çok teşekkür ederim. Benim yemeğim geldi. Bu arkadaş da orada oturuyordu. Set işçisi o arkadaş sağ olsun, gelip yemeğimi önüme koydu. “Çok teşekkür ederim” dedim. Tam arkasını dönmüş gidiyordu ki o oyuncu arkadaş “Heeeey” diye seslendi. “Yemeeek” dedi masayı göstererek. O da döndü, “Orada, gidin kendiniz alın” dedi. Tabii ki diyecek onun görevi değil. O bana yemeği getirdi, bana olan saygı ve sevgisinden dolayı getirdi. O oyuncu arkadaş benim için orada bitti. Yemeğimi aldım ve masadan kalktım. Zaten o arkadaş da iki bölümden sonra diziden çıktı.
-Siz gençlere, bu meslekte kalıcı olabilmeleri için ne tavsiye edersiniz?
İşlerini çok sevsinler. Bir kere sevmediğin bir işi yapamazsın zaten. Sevip saygı duyacaksın, özen göstereceksin, saatinde gelip saatinde gideceksin; bütün bunlar olduğu zaman zaten başarılı olursun. Ama bu piyasa öyle bir piyasa ki bir anda yok olursun. Seni yok ederler bir anda. Ne kadar mütevazi olursan, ne kadar çok çalışırsan, ne kadar çok bu işi seversen o kadar kalıcı olursun. Bunları yapmazsan kalıcı olamazsın. İnsanlar der ki “Amaan o çok kaprisli. Geç geliyor. Şunu yapıyor, bunu yapıyor” falan, filan. Bu kulaktan kulağa yayılır, kimse de çalışmaz zaten onunla.
-Setin haricinde nasıl bir kadınsınız, pazara, markete gider misiniz mesela? Kendi alışverişinizi kendiniz mi yaparsınız?
Ben devamlı pazara giderim. Pazartesi pazarım var, Cumartesi pazarım var. Bayılırım pazara. Giderim pazarcılar, oturttururlar beni çay söylerler bana. Sohbet ederiz. Başka bir tezgahtan başka bir şey alacaksam, gider onları alır getirirler. Bayılırım pazarı, gezeyim bayılırım. Orada insanlarla sohbet etmek, konuşmak, alamayan insanları görmek, insanın içini de acıtıyor zaman zaman. Ve sen bunu teklif bile edemiyorsun, “Ben alayım” diye… Soruyor, fiyatı şu kadar deyince de boynu bükük gidiyor. Sen o anda teklif edemiyorsun çünkü o anda teklif edersen onun onurunu kırmış olursun. Sonra pazarcı bana diyor ki, “Ablaaa şimdi bunlar bir de akşamüstü gelirler” diyor. Ben de diyorum ki “Akşamüstü geldiklerinde şuradan şunları koy. Kendinden veriyormuş gibi ver”
-Kameralar karşısına geçince sizin gibi yaşadığını söyleyen çok oyuncu ya da şarkıcı var, onlara inanalım mı?
Halkın içine girenler bellidir. O yaşamı bilir. Yaşamın ne olduğunu bilir. Bir ekmeğin kaç lira olduğunu bilir. Etin kilosunu bilmeyen oyuncular da var.
-Siz bilir misiniz?
Bilirim tabii. Bilirim ama semtten semte fiyatlar değişiyor. Alışverişimi kendim yapıyorum. Mesela karşı tarafta Çekmeköy’de daha ucuz etler… Ama gelip de Etiler’den alışveriş yaparsan iki misli fazla oluyor.
-Sizin gibi düzgün yaşayan sanatçıların bu meslekte işi zor mu?
Zor tabii. Kolay bir şey değil. Ben çok memnunum, ben halka örnek olduğuma inanıyorum. İnsanların tepkilerini ve ilgilerini gördüğüm zaman ben doğru bir iş yapmışım diyorum. Yani halk bunu çok çabuk ayırt edebiliyor. Çok para kazanamasam da o sevgi bana yetiyor.
-Süperstar, megastar, sultan, yonca, diva gibi takma isimleri yerinde buluyor musunuz?
Onlar kendilerini bu isimleri takmışlar hayatlarından memnunlar. Olabilir, mesela Adana Altın Koza’da bana da ‘Sinemanın Pamuk Prenses’i dediler. Bana orada ‘Pamuk Prenses’ derlermiş. Çok hoşuma gitti.
- Sizin döneminizde sevgi ve saygıyla yapılan filmler vardı. Şimdiki filmler de her şey parayla mı dönüyor?
Yani para çok ön planda…  Onun dışında da filmlerin doğru yapılıp yapılmadığına bakmak lazım. Bazı komedi filmlerinin çok farklı olduğunu düşünüyorum. Mesela Kemal Sunal da komedi filmi yapıyordu. Ama her yaptığı komedi filminde bir mesajı vardı. Ama günümüzde küfür edilerek yapılan sinema filmleri de var. Ve çok büyük ilgi görüyor. Gişesi çok fazla oluyor. Ama ben böyle filmleri izlemiyorum. Bana komedi filminin bir şey anlatması lazım.
-Cem Yılmaz’lar Şahan Gökbakarlar’ı izliyor musunuz?
Cem Yılmaz’ı izliyorum. O farklı bir şey yapıyor. Western filmini alıyor dalgasını geçiyor, uzaylı yapıyor, GORA’yı yapıyor o farklı bir şey yapıyor. Ama Şahan için bir şey diyemeyeceğim. O kadar çok küfürün içinde komedi sevmiyorum. Küfüre zaten insanlar gülerl. Şahan’ın yaptığı çok kolay bir iş. Mesela o Tamer Karadağlı’nın taklidini yapıyordu, Kenan Işık’ın taklidini yapıyordu. Ben onlara çok daha fazla güldüm. Güzel işti onlar. Ama doğrusu filminin ilkini izledim. Hiç hoşuma gitmedi. Keşke öteki işlere devam etseydi.
-Siz de kadın programı yapıyorsunuz? Rakiplerinizin programlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İçlerinde ajitasyon yapanları da var mı?
Kadın programlarının hepsi ajitasyon yapıyor. Ben ilk kadın programını 1996’da yaptım. İlk kadın programını yapan benim. El işi, yemek, sanatçısı, avukatı, doktoru iki saatlik bir program yapıyordum. Ama zor durumda olan insanları ekrana çıkartıp ekran başındakileri ağlatmak gibi bir şeyi ben düşünmedim. Hayır, öyle bir şey yapmadım. Derya Baykal’ın haricindeki bütün kadın programlarında feci şekilde ajitasyon yapılıyor. Müge Anlı da ağlatıyor. Ama onun programı başlıyor, eline alıyor o kişinin katilini buluyor ya da kaybını buluyor. Buluna kadar üstüne gidiyor, sonuna kadar sahip çıkıyor. Evi yoksa ev yaptırtıyor. Ama öteki programlarda insanları çağırıp ağlatıyorsun zırlatıyorsun kapıdan çıktıktan sonra bir daha tanımıyorsun. Böyle bir şey yok, günah o insanlara. Günah… O insanlar kullanılıyorlar.
-İbrahim Tatlıses’in hayatında hep vardınız. Ona çok vefalı davrandınız. Değerinizi bildi mi?
Bu konu hakkında hiç konuşmak istemiyorum.
-İbrahim Tatlıses’le beraber olan kadınlardan bir tek Derya Tuna ile aranız bozuk. Neden?
O isimleri geçelim lütfen. O isimlerin hakkında konuşmama kararı aldım.
-Kızınız Melek Zübeyde’nin 2 yaşında bir oğlu var. Anneanne olmak size neler kattı?
Muhteşem bir şey… O bana hayat veriyor. Torunum benim hayat suyum. Sanki Melek’in çocukluğunda ona hep annem baktığı için onunla çok bir arada olamadık. O yüzden Melek’in küçüklüğüne çok benziyor. Sanki Melek’in küçüklüğünü onda yaşıyor gibiyim.
- Artık güzel bir evlilik yapmayı, ciddi ciddi düşünüyor musunuz?
Evlenmeyi düşünmüyorum artık. Belirli bir saatten sonra birisiyle birlikte yaşamak çok zor... Beni taşıyabilecek bir adam lazım. Beni taşıyamayacak adam yanıma gelmesin. Çünkü çoğu insanlar Perihan Savaş’ı taşıyamıyorlar. Kendine güvenmesi gerekiyor, adam olması gerekiyor.

YORUM YAP
YORUMLAR