NİHAT DOĞAN BOMBALADI: POPSTARLAR KORKAK
ÜNLÜ RÖPORTAJ YAZARI ŞEBNEM ÖZCAN, BİR SENEDİR KİMSEYE RÖPORTAJ VERMEYEN NİHAT DOĞAN'LA KONUŞTU. SON SENELERİN FLAŞ ADAMI, 'EROL GÜNAYDIN GAFINDAN, ELİNDE SİGARA SÖNDÜREN ÖZ BABASINA KADAR MÜTHİŞ AÇIKLAMALAR YAPTI.
İŞTE ŞEBNEM ÖZCAN'IN GÜNDEMİ DEĞİŞTİRECEK İLGİNÇ RÖPORTAJI:
GİRİŞ:
Nihat Doğan, 16 yıl önce söylediği arabesk şarkılarla, türkülerle ünlü oldu, şimdi ise ününü, ilginç söylemleri, kabına sımayan yapısı ve protest kişiliğiyle sürdürüyor. Türkücü Nihat Doğan son 5 yıldır hayatımızda müziğiyle yer almasa da bir şekilde hep gündemin içinde olmayı başarıyor. Son olarak geçtiğimiz günlerde, halen hayatta olan tiyatrocu Erol Günaydın’ın twitter’da vefat haberini duyuyarak ilginç bir gafa imzasını attı. Nihat Doğan ile ilginç kişiliğini ve hayatı konuştuk. Şebnem ÖZCAN..
-Twitter’da değerli tiyatro sanatçısı Erol Günaydın’ın vefat ettiğini yazdınız, oysa ki bu doğru değildi. Bu yaptığınız çok büyük tepki çekti. Böyle bir yanlışı nasıl yaptınız?
Onu başlatan ben değilim. Vefat haberini gece yarısı bazı televizyon kanallarının gece haberlerinde duydum, bazı haber kanallarında da alt yazı olarak gördüm. Hemen internet sitelerine girdim. Vefat haberi bir çok internet haber sitesine son dakika olarak girmişti. Ben de twitter’a yazdım. Sonra yattım uyudum. Uyanınca gördüm ki bütün faturayı bana kesmişler. Gece, “Büyük Usta’yı kaybettik, öldü” diye yazan haber siteleri, sabah 10’da da haber girmiş, “Nihat Doğan sana yakıştı mı, Ayıp ettin” diye... Oysa gece yarısı Erol Ağabey’i öldüren onlar. Ben onların haberine güvendim. Beni günah keçisi ilan ettiler, kendilerini sıyırdılar aradan. Şimdi ben ne yapayım ablam söyle bana? Ben nerelere gideyim de derdimi kime, nasıl anlatayım kurbanın olam. Bıktım, usandım bu iki yüzlü insanlardan. Çok yoruldum inan bana.
-Twitter’da kaç takipçin var?
350 bin. Ama yazdığımız mesajlar 500 bin kişiye kadar gidiyor, gün içindeki hareketlenmelerle.
-Peki neden Erol Günaydın’ın vefatını sen yazıyorsun, twitter’ı bu kadar yoğun neden kullanıyorsun?
Ben orada gündemi takip ediyorum, günlük gelişmeleri takipçilerimle paylaşıyorum. Biz tepkisiz insan değiliz ki.. Gündemle ilgili, siyasi konularla ilgili fikrimi, yorumumu söylüyorum. Sesini duyurmak isteyen arkadaşlarım oluyor, onların ihtiyaçları oluyor, kendilerini ifade etmek isteyenler oluyor, onlara imkan yaratıyorum. Dileyen dilediği gibi özgürcü fikrini söylüyor, eleştirisini yapıyor, duyurmasına aracı oluyorum.
-Bazı ünlülere twitter’da reklam yapması için ücret teklif ediyorlar, sana da böyle bir teklif geldi mi?
Geldi tabii, tweet başına 2 bin lira veren firma oldu kabul etmedim. Kameralı bir chat çıkmış. Onlar da video başına 10 bin lira vermek istediler, onu da reddettim.
-Neden?
-Reklam işi bize yakışmaz. Reklam yaparsak inandırıcılığımız kaybolur. Bu halk bize inanıyor, güveniyor. O inancı kendi çıkarımız, menfaatimiz için kullanırsak doğru olmaz.
-Geçmişe dönmenizi istesem bana çocukluğunuzla ilgili neler anlatırsınız?
Çocukluğumu pek yaşayamadım. Hep anlatırlar ya, “Çocukluğumu yaşadım” diyen arkadaşlara hep imrenerek bakmışımdır. Babam kemik kanserinden öldü. 11 yaşındaydım aileme bakmaya başladığımda. Ailemizin büyükleri bizi Muş’a götürmek istediler. Biz de buna karşı çıkmıştık. İstanbul’daydım. Ne yapacaksınız, nasıl yaşayacaksınız diye bana sorduklarında, “Çalışıp onlara bakacağım” dedim. Bazen arkadaşlarım bana diyorlar, “Bu asiliğin nereden geliyor?” Hayır, ben çocukluğumda yine haksızlıklara karşı duran bir çocuktum. Güvenilir bir insandım. Mahalledeki bütün arkadaşlar gelip sırrını bana anlatırlardı. Sadıktım, adaletliydim.
-Babasız büyümek sizi nasıl etkiledi?
Babamız yanımızda olsaydı da sırtımızdaki ceketimiz olmasaydı. Allah’ın “Evet” dediğine bizim “Hayır” dememiz mümkün değil tabii. Allah’ın bize biçtiği kaderi “Neden?” diye sorma lüksümüz de yok. Bunda da bir hayır vardır. Belki de babam olsaydı ben sanatçı olmayabilirdim. Çünkü babam türkü söylememi istemiyordu. Otoriterdi. Zor adamdı. Hafızdı kendisi. Aslında bazen bakıyorum babamdaki bir takım özelliklerin bende olduğunu söylüyorlar. Bunu ilk defa sana açıklıyorum babam çok dik duruşlu bir adamdı. Devlete karşı dik durmuş bir adamdı. Askerliğini yapmamış birisi. O zaman şeyhler asılıyormuş, camiler kapatılıyormuş. Babam da o zaman hafız olduğu için, “Bu devlet eğer cami kapatıyorsa, ben bu devlete gidip askerlik yapmam” demiş. Ve askerliğini yapmamış, kaçmış. Camiler kapatılmış ezanlar susturulmuş babam da devlete rest çekmiş açıkçası. Kendime bakıyorum evet bende öyle duruşu olan, hayatı bilen biriyim.
-“Babam askerden kaçmakla iyi yapmış” diyebiliyor musun?
Dik duruşunu sevdim yani. Helal olsun. Öyle bir babanın evladı olmaktan onur duyuyorum.
-Peki baban sağ olsaydı senin yaptıklarınla övünür müydü?
Belki kendisi bedel ödediği için bana, “Sus” diyebilirdi. Ama ben susmazdım. Babama karşı susmuyordum da. Çok dayak yiyordum. Bak, elimin üstünde bir sigara yanığı var, babam elimin üstüne sigara bastı. O bana ondan hatıradır.
-Neden yaptı bunu sana?
Çünkü ben futbol oynuyordum. Bana, “Futbol oynamayacaksın” diyordu. Bizim şampiyonluk maçımız vardı mahallede. “Ben gideceğim kardeşim” dedim. “Oynayacağına gidip çalışacaksın” dedi. Benimde o maçta kolum çıkmıştı. Eve geldim top oynadığımı duyunca sinirlendi.
-Futbol oynamana neden karşıydı?
Efendimiz’in torunlarının kafalarını kesmişler de, onunla top oynamışlar da futbol oradan çıkmış güya. Öyle derlerdi o yüzden karşıydı top oynamama…
-Fukaralığın ne demek olduğunu iyi bilir misin?
Bilirim tabii ki. Belki de benim hayatta bu kadar güçlü kılan fukaralığın ne demek olduğunu çok iyi bilmemdendir. Su sattım, boyacılık yaptım, muavinlik yaptım. Oradan kazandıklarımla ailemi geçindirdim. O zaman çok arkadaşlarım vardı. Bir kısmı hırsız oldu. Kimi cezaevine girdi. Ben de çok istememe rağmen okuyamadım. En büyük idealim avukat olmaktı. Avukat olmayı çok istiyordum. Gidip sanatçı oldum.
-Sanatçı olmak kolay iş miymiş?
Benim hiç anlamadığım, tanımadığım dünyaymış. Ben zannediyordum ki kasetimi yapacağım, kasetim çıkacak televizyona çıkacağım, şarkılarımı söyleyeceğim sanıyordum. Ama inanılmaz ‘Ali Cengiz Oyunları’nın olduğu, Bizans oyunlarının olduğu, kahpe bir savaşın içinde buldum kendimi. Oysa bu işi hiç böyle düşünmemiştim. Masum bir şekilde türkü söylemek istiyordum. Benim için çok zor oldu her şey. Ben 1995-2000 yılına kadar hiçbir programa çıkamadım. Çıkartmadılar yani. Gazeteler röportajımı yapmadılar. Bir televizyon tartışma programında, bir arkadaş, adını söylemek istemiyorum “Tanrı Tanrı” diye bahsediyordu yüce Allah’tan. Ben de mikrofonu aldım dedim ki, “Tanrı aşağı “Tanrı” yukarı. Burası Türkiye, Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Allah demekten neden korkuyorsun?” Piyasanın büyük sanatçıları genç ve yakışıklı olduğum için beni istemediler. Sezen Aksu 1997 yılında bana kaset yapmak istedi. Gittik kendisine. Sezen Hanım benim sesimi dinledi, çok beğendi. Kasetimi yapmak istedi, o zaman biri girdi araya bana kaset yaptırmadı.
-Tam çıkış yapacağın zaman dobracılığının kurbanı mı oldun?
Olabilir yani. O zaman da söylüyorlardı. “Sen nasıl türkücüsün kardeşim?” diyorlardı. “Ben bıyıksız türkücüyüm. 2000’li yılların türkücüsüyüm” diyordum. “2000’li yıllarda hiçbiri olmayacak ben olacağım.” diyordum. “Şimdiki türkücüler yüzünden türkücülere kıro diyorlar diyordum. Çığır açacağız” diyordum.
-16 sene sonunda ideallerine ulaşabildin mi?
Biz dertli insanız, aşık insanız, sevdalı insanız. Bizim yürüdüğümüz yollarda bize hep taş attılar. Engelli mesafeler koştuk. Biz rüzgarı hiçbir zaman arkamıza almadık. Rüzgar hep önümüzden esti. Çünkü biz konuşuyorduk. Dertli insan konuşur. Biz tsunamiye karşı savaştık. Sisteme karşı savaştık. Benim şöyle bir idealim vardı, ben zaten o zamanlarda çok fazla para sahibi olmayacağımı biliyordum. “Hiçbir zaman büyük paralar sahibi olamam çünkü çok konuşuyorum” dedim. “Bu benim tabiatım” dedim. Konuşan insanı sevmiyorlar. Bu ülkede konuşmayacaksın, görmeyeceksin, susacaksın. Herkes dünyevi işlere tamah etmiş. Bu bizim tarzımız değil. Yok olmak gerekiyorsa yok olmayı tercih ettik. Biz zor olanı yaptık. Allah’ımıza şükürler olsun ki, bazı sanatçı arkadaşlar, dizileri varken varlar, şarkıları olunca varlar, filmleri olunca varlar, filmleri, albümleri, dizileri olmayınca yoklar. Ama bu halk bizi öylesine büyük bir sevgiyle bağrına bastı ki şarkımız olmasa da bu halk bizi bağrına bastı. Çıktığımız her programda reyting sahibi olduk. Bu da Allah’ın bir kerametidir. Bir şarkıyla gündeme gelip çok para kazanmaktansa, her zaman gündemde olup az para kazanmak benim için daha doğru oldu.
-Kendini taşralı olarak mı kabul ediyorsun? Etiler çocuğu olsaydın işin daha mı kolay olurdu, daha mı zor?
Ya benim en zorlandığım sorular bunlar. Ben Doğu’luyum, şark çocuğuyum. Ne kadar inkar etsem de ben Etiler’liyim desem de bunu kabul etmiyorsun yani. Muşluyum. Muşlu olunca da bir takım elitistler tarafından itiliyorsun. Sanat camiası için söylüyorsan eğer, sanat camiasında böyle bir ayrım fazlasıyla var. Magazincisi bunu yapıyor, habercisi yapıyor, haber figürü yapıyor. Ama tabana indiğinde, toplumları ayırmayı ben hoşlaşmıyorum. Sen şusun, ben buyuma karşıyım. Hepimiz bu geminin içindeyiz. Etiler’i, Modas’ı, Şişli’si, Kadıköy’lüsüyle, Muş’uyla, Kızılağac’ıyla, Diyarbekir’iyle Ankarası’yla hepimiz biriz. Eğer ben, birini birinden ayırıyorsam Allah benim iki yakamı bir araya getirmesin.
-Sen Kürt kökenli bir kardeşimizsin. Bunu da her platformda üzerine basa basa söylüyorsun. Bir sanatçı olarak sana soruyorum, Kürt olmanın getirdiği zorlukları yaşıyor musun?
Bu ülkede İbrahim Tatlıses Kürt’tür. 35 sene starlık yaşamıştır. Sistem İbrahim Tatlıses’i yaşatmıştır. Yoksa İbrahim Tatlıses’in çok kötü filmlerinin olduğu zamanlar olmuştur. İbrahim Tatlıses’in de böyle duraklama süreçleri olmuştur. 5 sene iyi bir şarkı yapamamıştır, albüm yapamamıştır. Gazinoları, İzmir Fuarları boş geçmiştir. Sistem onu hep yaşatmıştır. Neden derseniz, çünkü sistem şunu der; biz Doğu’ya, Güneydoğu’ya hiçbir şey yapmamışız, oralara fabrika yapmamışız, onu yapmamışız, bunu yapmamışız; oradaki insanlar fakir cahil aç. Ama biz bunları yine devletine bağlı, umutlu insanlar haline getirmemiz lazım denmiş. Ne yapmış? Önlerine Kürt kökenli rol modeller koymuş. Kürt çocuklarının umutlarının kırılmaması noktasında. Yani İbrahim Tatlıses varken Kürt çocukları demiş ki, “Ben de İbrahim Tatlıses olacağım. Bu ülkede İbo şöhretse, demek ki ben de iyi şarkı söylersem ben de bu ülkede starlık yaşayabilirim.” demiş ve bu devlete kinlenmemiş.
-Bulunduğumuz an itibariyle Kürt sanatçıların durumu ne sence?
Şimdi zaten İbrahim Tatlıses ortada yok, Mahsun Kırmızıgül Kürtlüğünden bir haber çocuk, “Ben Zazayım” diyor, ona da saygı duyarım o da onun tercihidir. Öyle bir sürece geldik ki şimdi 1980 dönemi aratan bir şekle getirildik medya tarafından. Medya siyasetçilere angaje ediyor bu dili. Sosyal medya, yazılı medya, görsel medya neredeyse, masum her Kürdü potansiyel bir teröristmiş gibi etiketlemeye başladı. Siyasetçi büyüklerimizinde bu dümene maalesef girmiş olmaları bizi son derece üzüyor. Yani mevcut an itibariyle medyanın Kürt kökenli bir sanatçıya tahammülü yok. Kürt asıllı kişi bu vatan için mermi atmış biri de olsa, bu vatanın bayrağına aşık da olsa, her ağzından çıkan üç cümleden biri ‘ülkem’ olmasına rağmen maalesef tahammül yok. Açık ve net söylüyorum Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir sanatçıya Nihat Doğan’a atılan kadar iftira atılmamıştır. Bunun sebebi budur. Özellikle son 2 senedir başıma gelenler Kürt kökenliyim diye olmuştur. Çünkü sistemin içine çomak sokuyoruz. Şimdi pop starlara bir bakın, bunların hangisine Kürt diyebilirsiniz? Kınamıyorum ama bir realiteden bahsediyorum bu benim algım değil yani. Bu halkın algısı…
-Onlardan nasıl olmalarını bekliyorsun?
Bu ülkeye kendilerini ait hissetmeleri lazım. Bakıyorsun bu ülkede provakasyonlar oluyor, bir tanesinin ağzından bir şey duymuyorsun. Bu ülkede Kürtlük çatışması çıkarma noktasında prokavatif eylemler oluyor, hiçbirinin ağzından kınayan bir cümle çıkmıyor. Maalesef oluk oluk insanlarımız ölüyor, 30 yıllık bir süreçten geçmişiz kimsenin ağzından bir şey çıkmıyor. Bu ülke 28 Şubat’ları yaşamış, bu ülkenin 28 Şubat sürecinde 400 milyar doları ortadan kaybolmuş çalınmış bir tane sanatçı bile bu ülkenin parasına ne oldu demiyor. Küçük bir kız çocuğu tecavüze uğrar, “Bu tecavüzcüler neden kardeşim dışarıda?” demiyor. Hepsi korkaklar… Tepkisizlik normalleşmiş. Hiçbir sanatçıdan tepki yok. Biz dünyayı titretmiş bir ecdadın torunlarıyız. Ama biz kıçımızdan, gölgemizden korkar olduk. Kuru kuruya kabadayılık yapıyoruz. Uçağımızı düşürüyorlar, senin sanatçının ağzını hiçbir şey açmıyor. Senin Mavi Marmara gemini parçalıyorlar, biniyorlar takır takır vurup, kesiyorlar öldürüyorlar. Senin sanatçın ses çıkaramıyor. Böyle sanatçı olmaz kardeşim. Sanatçı bu değildir. Sanatçı aydındır. Sanatçı marjinaldir.
-Peki sen konuşuyorsun da ne oluyor?
Oooo... “Nihat Doğan çok konuşuyor. El ele verelim Nihat Doğan’ı bitirelim” diyorlar. Yanlışların olduğu yalanlar deryasında, bir tane doğru ezilir. Bu o doğrunun yanlış olduğu manasına mı gelir? Hayır. Ama biz bu azınlık kalmışsa, hatalı kardeşim diyoruz. Galile’ye dediler ki “Ya Galile efendi sen diyorsun ki dünya yuvarlaktır”! “Evet, dünya yuvarlaktır.” Adamı idam edecekler, kral diyor ki, “Akıllı ol, söyle de ki ‘öküzün boynuzları üzerindedir. Bu depremler öküzün canı sıkıldığı zaman sallanır deprem olur’ gel bunu söyle biz seni azat edelim”. Adam diyor ki “Benim canımı da alsanız, bu dünya yuvarlaktır.” Adamı asıyorlar. Şimdi Galile mi haksızdı yani? Tarih suskunları, korkakları yazmaz. Korkaklar tarihi yazamaz. Biz cesuruz.
-Çok konuşmak hiç başına iş açtı mı?
Bana dediler ki “Ne işin var siyasetle yanarsın, bitersin, kül olursun iş alamazsın.” Vallahi günlerce iş bulamadık. Vallahi aylarca iş vermediler bana. Vallahi yıllarca iş alamadım. Vallahi kanallarla yaptığım sözleşmeler iptal edildi. Kimsenin işine gelmedi. Bütün bunları konuştuğum için.
-Kaç senedir yaşıyorsun bu sıkıntıları?
Son 5 senedir sıkıntı yaşıyoruz. Yine de çekmiş olduğumuz sıkıntıların büyüklüğü ne denli olursa olsun bizi hiçbir zaman inandığımız yoldan döndürmedi ve döndürmeyecek inşallah. Çünkü bizim ölümümüz bizim dilimizin durduğu gündür. Bizim dilimiz durmayacak. Dilimiz bir gün haksızlıklar karşısında zulüm karşısında durursa Allah benim dilimi lav etsin.
-Bazen öyle cümleler söylüyorsunuz ki bu adam evde oturmuş çalışmış diye düşünüyorum. Bu işin aslı ne? Çok mu kitap okuyorsun?
Zaman zaman okuyorum. Çok okumuyorum yalan söylemeyeyim. Valla bilmiyorum, söylediğim zaman ben de anlamıyorum. Bazen öyle cümleler söylüyorum ki eve gittiğimde bana söylüyorlar, “Sen bunu söylemişsin” diye… Bu yalan değil, açık ve net söylüyorum. Vallahi, billahi, tillahi yani bana soruyorsun söylüyorum. Bazen ben kendime şaşırıyorum. Bir bakıyorum bir ben var benden içeri.
-Bir ara siyasetin içine de girdin, ne oldu da o işten vazgeçtin?
İlçe başkan yardımcısı oldum. sonunda görevi başka arkadaşlara devrettim. Bir ilçe başkanı geldi açıkçası. Baktım siyasetin ‘S’sinden haberi yok, bende bu adamla siyaset yapmam dedim ve bıraktım. Bırakın siyasetçilerin istemesini, beni hala halk istiyor. Twitter’da her gün, “Senin milletvekili olman lazım. Bu ülkenin senin gibi yürekli adamlara ihtiyacı var” diyorlar.
-Kendini iyi bir hatip olarak görüyor musun?
Bu soruyu şöyle açıklayayım; Tunceli Üniversitesi, Fatih Üniversitesi bir sürü üniversiteden davetler alıyorum gitmiyorum. Ben şunu yediremiyorum, üniversitede konferanslara katılıp oradaki öğrencilerden para almak bana çok ahlaklıca gelmediği için kabul etmiyorum. Yazık değil mi, o çocuklar çay içecek parayı zor buluyorlar. Ama talep çok var. Ben kendime yakıştıramıyorum. Bakıyorlar bizim televizyon programlarımıza, geçen bir arkadaşla çok güldük ona, “Ya ağabey senin programların dakika reytinglerine bakıyoruz, şarkı söylediğin zaman reyting düşüyor, konuştuğun zaman reyting tavan yapıyor” diyor. Demek ki hatiplik iyi becerdiğimiz bir şey…