BEN BİLMEM EŞİM BİLİR'İ SUNAN İLKER AYRIK: HATUNLAR ERKEKLERDEN DAHA HIRSLI

ŞEBNEM ÖZCAN, REYTİNGLERDE ACUN ILICALI'YI BİLE GERİDE BIRAKMAYI BAŞARAN SUNUCU İLKER AYRIK'LA NEFİS BİR RÖPORTAJ YAPTI. İŞTE HER YÖNÜYLE ÇILGIN SUNUCUNUZ..


RÖPORTAJ: ŞEBNEM ÖZCAN

GİRİŞ:
O, son yıllarda Acun Ilıcalı’nın sunduğu bir programı, aynı saatte başka bir program ile reytinglerde geçebilen tek sunucu. Aslında, tiyatrodan, sinemadan ve dizilerden tanıdığımız bir komedi oyuncusu. Halen, TRT1’de yayınlanan ‘80’ler’ dizisinde ‘Çağatay’ karekterini canlandırıyor. Ancak, ekranların yeni yarışması ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’ programındaki enerjisi, farklı ve eğlenceli tarzıyla seyircilerin vazgeçilmezi olmayı başardı. İlker Ayrık ile yeni işini, oyunculuğu ve hayatı konuştuk.
Şebnem ÖZCAN..

-Nasıl bir çocukluktu sizin ki?
Herkes gibi bir çocukluk.. Çocuk dediğin yaramaz olur. Ben de yaramazdım. Sıradan bir çocuktum. Hareketli, heyecanlı enerjik  bir çocuktum.
-Kaç kardeşsiniz?
Üç… Ağabeyim ve ablam var. Ben en küçüğüyüm.
-Demek ki tekne kazıntısıydınız. En çok siz mi seviliyordunuz?
Evet, ikisi de doğru. Küçük çocuğun her zaman şımarma hikayesi var. Ben de o hakkımı kullandım. Biraz şımarıklık yaptım.
-Neler yapıyordunuz, ağaçlara falan mı tırmanıyordunuz?
Yok ya… ben Balıkesir’de büyüdüm. Sokak çocuğu olarak büyüdüm. Sabah 9’de bir çıkardım akşama kadar. Mahallenin bir avantajı var, annem beni aramasa da olurdu. Çünkü zaten mahalle birbirine bakar ya. İki arka sokakta yaramazlık yapamazsınız. Teyze, “Sen Mukaddes’in oğlu değil misin. Yapma” falan der. İkaz eder seni. Dolayısıyla annem için de benim için de rahat bir çocukluk oldu. Bir de bisikletinden, bilyesine  futbolundan, gazoz kapağına kadar her şeyi oynadık.
-Anne baba ne iş yapar?
Annem ev hanımı, babam yok. Ben 9 yaşındayken öldü.
-Anneniz o zaman hem evin babası hem evin annesi oldu değil mi?
Aynen öyle. Annem terzi, çalışıyordu. Bir ara örgü triko işi yaptı.
-Geçiminizi öyle mi sağlıyordunuz?
Evet. Daha sonra ağabeyim ve ablam da çalışmaya başladı. Ben de yazları çalışıyordum.
-Ne iş yapıyordunuz?
Ne iş olsa yapıyordum. Koltuk kaplamacısından tut da ayakkabı levazımatcısına kadar bir çok işte çalıştım.
-Küçükken ne olmayı istiyordunuz?
Endüstri mühendisi. Endüstri mühendislerinin ne iş yaptığını bilmiyordum, hala da bilmiyorum.
-Size ne olacaksınız diye sorulduğunda ‘Endüstri mühendisi’ mi diyordunuz?
Evet, lisede öyle söylüyordum.
-Lise’den sonra ne oldu da fikir değiştirdiniz?
Lise son sınıfta okul tiyatrosuyla tanışmak ayvayı yediğimizin resmidir. Herkesin anlattığı klişe benim içinde geçerli. O sahne tozunu yutunca bir daha bırakamadım.
-Aileniz sizi destekledi mi?
Tabii annem bana, “Hayırlısı olsun. Ne istiyorsan onu yap" dedi.
-Öncelikle daha sağlam bir iş yapmanızı istemedi mi?
Genelde tiyatro sağlam bir iş olarak görülmediği için, “Önce adam gibi mesleğini eline al, ondan sonra tiyatro yaparsın” derler. Ama tiyatro da adam gibi bir meslektir. Dolayısıyla bizde mesleğimizi yapıyoruz.
-İyi ki oyuncu olmuşum diyebiliyor musunuz?
Tabii ki de. İyi ki oyuncu olmuşum.
-Başka sizden ne çıkardı?
İyi bir marangoz çıkardı. Müzisyen çıkmazdı ama isterdim müzik de yapmak.
-Öyle bir yeteneğiniz var mıydı?
Yok. yani herkes gibi bende ilkokulda blok flüt çaldım. Heavy metal ve hard rock dinlerdim. Şimdi de Balkan müziği seviyorum ve dinliyorum.
-Ne alakası var?
Aslen Makedonum.
-Müjdat Gezen’in hayatınızdaki yeri nedir?
Hocam, üstadım ve her şeyim. O, 1991 yılında bu okulu açtığı için bugün bu noktadayım.
-Sokakta sizi görenler ne diye çağırıyor? Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
“Bizi de çağır yarışmaya, bizi de çıkar yarışmaya. Bize de araba ver” diyorlar. Hala, “Mürsel” diyenler de var. “Cetvelin nerede?” diye soruyorlar. “Cetvel taşımıyorum” diyorum.
-Samimi davrananlar oluyor mu?
Herkes çok samimi...
-El kol hareketleri yapanlar oluyor mu?
Var, var. Gülüyorum. Sarılana sarılıyorum. Öpeni öpüyorum. Başka ne yapayım?
-Herkes tarafından sevilmek, beğenilmek nasıl bir duygu?
Güzel bir duygu… Yani taktirle sevgi çok güzel bir duygu. O hareket aslında taktir ettiğini, sevdiğini gösteriyor. Dolayısıyla insan bunu duymak görmek ister. Bazen, insanın eşref saati var. Eşek saati var. Bazen insanın çok çekilmez anları oluyor ama onunla yaşamayı da öğreniyorsunuz.
-Neden drama değil de komedi oyunculuğunu seçtiniz?
Ben seçmedim. İş öyle akıyor. Öyle denk geldi.
-Hangisi daha zor?
İyi bir iş yapmak zor… İster drama, ister komedi olsun. İşin ne olduğu önemli değil, isterseniz heykel yapın, isterseniz resim yapın hepsi zor. İyi bir röportaj kolay mı?
-Türkiye’de sizi kahkahalarla güldüren komedyen kim ve neden o?
Herkes gibi Cem Yılmaz diyeceğim. Acayip güldüğüm bir adam ve arkadaş.  AROG’ta çalıştık. reklam filminde çalıştık. Hocam Müjdat Gezen çok komik bir adam. Bir de hocamın ironik bir dili vardır, gülerken düşündürür.
-Türkiye’de komedi layıkıyla yapılıyor mu?
Mal bu; layığı budur. Aksinde ne söylemem gerekir. Hayır, daha iyi komediler yapılmalı gibi bir şey değil. Buysa budur; mal bu.
-Sizin beğenerek izlediğiniz komedi filmleri var mı?
GORA dönüp dolaşıp tekrar tekrar izlediğim bir film. 8 defa izlemişimdir. Favorilerimse, Süt Kardeşler, Tosun Paşa ve Şekerpare… Tosun Paşa’yı 30 kez seyretmişimdir. Bir 30 defa daha seyrederim.
-O filmlerin şimdikilerden farkı ne?
İyi senaryo. Samimi bir oyunculuk üslubu… Ve çekimde de kasmamışlar. “Dünyanın en iyi işini
yapıyoruz” diye yaptığınız zaman eliniz titrer. Ama çok sıcak ve samimi bir film…
-‘Ben Bilmem Eşim Bilir’ yayınlandığı günlerde reyting rekorları kırıyor. Sizce bu yarışmayı bu kadar başarılı kılan şey ne? Neden insanlar bu yarışma programını izliyor?
Oyunlar komik. Eşlerin kendi aralarında diyalogları komik… Aslında kendini görüyor. Hanımlar erkeklere yükleniyor. Erkekler daha az iddialı. Hatunlar daha hırslı. Muhtemelen izlerken evde birbirlerine, “Sen kaç tane yaparsın? Yapar mısın yapamaz mısın?”… Ya da yarışmacılar yapamayınca, “Yuh o da yapılmaz mı?” diyorlar. Ya da “Helal olsun nasıl yaptı?” deyip izliyor.
-Bu programda sunuculuk yapmaya nasıl karar verdiniz? “Zorlanırım” diye hiç düşündünüz mü?
3 gün düşündüm. Teklif geldiğinde büyük bir hevesle teklif ettiler sağ olsunlar. Fakat bende heveslerine o an karşılık veremedim, dondum kaldım. Dedim ki, “Ben bunu yapıp yapamayacağımı bilmiyorum, düşünmem lazım bana müsaade edin” dedim. Eşimle de konuştuk. Bana “Yaparsın” dedi. Kolay bir karar değil. Kendi kariyerinizle ilgili yeni bir dal açıyorsunuz. Başarılı olursak ne olur, başarısız olursak ne oluruz, ne kadar katkım olur çok düşündüm.
-Başarısız olsaydınız ne olurdu?
“Canımız sağolsun” deyip yürürdük. Kim başarısız olmak ister ki? Olabilir, başarısızda olunabilinir. Bazı işler yapıyorsunuz başarısız olabiliyor, bazılarını yapıyoruz başarılı oluyor. Sonra oradan ders çıkartıyorsun bir sonraki işin astarı oluyor o da. Bütün bu başarısızlıklar başka bir başarının küçük bir parçası haline geliyor.
-İlk programda neler hissettiniz?
Hiçbir şey hissetmedim. Sundum gitti.
Birinciyi çektik, sonra bant montajlandı, ikinciyi çekmeden arkadaşlarımla izledik. Evde hatunla izledik.
-Olumlu muydu?
Olumluydu. “Olacak” dedim. Fena bir başlangıç değildi. Çok toparlanması gereken yerleri vardı. Zaten birinci bandı da o yüzden izledik. Kanal da sağolsun dedi ki “2-3 bölüm dert etme. Bantı atarız içimize sinmezse. 4’üncüyü bir daha çekeriz. Sen rahat ol”… Kanal bana çok büyük destek verdi. İrfan Bey bana, benden daha çok güvendi. Hatta biz işi konuşurken odaya geldi dedi ki, “Seni sunucu yapmaya karar verdik“ “Ağabey haberim oldu, bizde onu konuşuyorduk” dedim. “Çok güzel olacak, hadi devam et” dedi, çıktı odadan. Program çekim öncesi, “Ne istiyorsan yap. Baktık beğenmedik atarız çöpe, bir daha çekeriz” dedi.
-Yarışmanın bu kadar tutulacağını tahmin ediyor muydunuz?
Ben işe girerken reytingi ne olur diye girmem ve bir şey de beklemem. Yapabileceğim tek şey var, işimi iyi yapmak. “3, 2, 1, kayıt” işimi yaparım, biter.
-Acun’u reytingde geçtiniz?
Arada sırada o bizi geçiyor, biz onu geçiyoruz.
-Aranızda bir rekabet var ama?
Benim için bir rekabet yok. Ben dünkü adamım. Bir aydır iş yapıyorum. Şimdi kalkıp da 5 yıldır televizyonculuk işine damgasını vurmuş bir adam benim rakibim olamaz. Ben sadece işimi yapıyorum, benim işim bu. Kariyerimde sunuculuk sayfası açıldı. Ben de onu en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum.
-Programa çıkarken bir ritüeliniz var mı?
Hiçbir ritüelim yok. “Ne yapıyoruz?” Erdal’a soruyorum yönetmene, “Nereden çıkıyoruz?” “Arabanın içinden” “Peki herkese kolay gelsin” “3-2-1, başla” diyoruz ve program başlıyor.
-Programda çok eğleniyorsunuz, kendinizi kaptırıyorsunuz? Sizce programda hangi oyunlar daha zor?
Hepsi zor. Zaten zor olsun diye yazıyorlar. Kolay olmasını istemiyorlar. Galiba topuklu ayakkabı zor bir oyun, izlediğim kadarıyla. Zorlanıyorlar.
-Siz hangisinde zorlanırdınız?
Ben hiçbirinde zorlanmıyorum. Ben bütün oyunları oynuyorum. Arabaya tıkıştırmaya kadar gelebilirim de. Tıkıştırma zor. Çok değişkeni var. Rekor 21 kişi. Kendi ellerimle saydım.
-Siz olsanız o arabaya kaç kişi sığdırırsınız?
Ben bütün yarışmacılardan bir şeyler öğrendim. Bir taktiğim olur. Nereye kaç kişi tıkıştırılıyor biliyorum. Bir de arabaya girecek olanların cüssesine bağlı. 25 kişi geliyor. Her programda başka yardımcı arkadaşlar geliyor. Kimileri var daha ufak tefek tipler geliyor. Bazen irileri gelince 19 bile başarı oluyor. Gelen şahısların fiziki yapısına göre sayı çıkıyor ortaya.
-Bu yarışma çiftlerin birbirlerini daha iyi tanımasını sağlıyor mudur?
Bilmiyorum ama iyi tanımadıklarını ortaya çıkartıyor. Yani biz aslında birbirimizi o kadar iyi tanımıyoruzdur. Gelenlerin hikayeleri de öyle. Evlenene kadar her şey olağanüstü.... Evlendikten sonra böyle bir stabil hadise oluyor. Gerçekten tanımıyor olabiliriz. Günlük koşuşturmadan, günlük yaşantının stresinden birbirimizle yeteri kadar ilgilenmiyor olabiliriz. Genelde eşlerimizi tanımıyoruz.
-Sizce bu yarışmada kadınlar mı daha başarılı yoksa erkekler mi?
Değişiyor. Kadınlar da başarılı, erkekler de… Ama kadınlar erkeklerden daha iddialı, bu iddialarında uçuyorlar. Erkekler daha makul. Çünkü kadınlar iddialarını eşlerine göre değil rakiplerine göre yapıyorlar. “Onun eşi 14 yapıyorsa benimki de 15 yapar” diyor. Halbuki “Benimkisi 7 yapıyor” demesi gerekir.
-Eşinizle yarışmadaki oyunları denediniz mi?
Yok.
-Televizyon karşısında çok sempatiksiniz. Evde nasıl bir erkeksiniz? Eşinizi güldürür müsünüz?
Onu eşime sormak lazım…
-Siz eşinizi ne kadar tanıyorsunuz?
 Bilmiyorum tanıdığımı zannediyorum bende herkes gibi. Yapısını tanıyorum, bir alfabesini tanıyorum.
-O sizi ne kadar tanıyor?
O da beni tanıyor. Biz karakter olarak zıtız. Ben çok enerjiğim. Eşim çok çok hanımefendidir. Eşim o kadar zarif ki suyun üstünde yürüse şaşırmazsınız. Ben öyle görüyorum. Zarif bir hatun. Ben onun yanında öküz kalıyorum. (Gülüyor)
-Eşinizin “İlker bu konuda iyidir” diyebileceğiniz bir özelliği var mıdır?
Vardır herhalde…
-İyi yemek yapar mısınız?
İyi yemek yaparım. Çok hamaratımdır. Çok uzun süre bekar yaşadım. Ev temizliğinden anlarım. Bir gömlek ütülerim, otur karşısında çay iç yani. Cam silerim. Bir kadının yapabileceği her işi yaparım. Hatta eşime ben önerdim. Evde salçamızı yapalım diye… Zeytinyağlıları çok güzel yaparım.
-Otomobili kazanacak kadar eşinize güvenir misiniz?
Otomobili kazanıp ardından uçurumdan atacak kadar güvenirim.
-Ben bilmem eşim bilir diyenlerden misiniz?
Hayır, yeri geldiğinde ben bilmem eşim bilir, yeri geldiğinde ben bilirim. Çünkü o da yeri geldiğinde ben bilmem eşim bilir der. Dolayısıyla hani biz bilmeyiz eşlerimiz bilir durumu var.
-Evde bir kılıbıklık durumu söz konusu mu?
Ne kılıbığım ne maçoyum. Olması gerektiği kadar kılıbık, olması gerektiği kadar maçoyum.
-Eşinizle nasıl tanıştınız?
Ben orta okulda aşıktım ona. Onun haberi yoktu. Plotanik aşıktım. 15 sene görüşmedik. 15 sene sonra karşılaştık ortak bir arkadaşımızla. Dedim, “Ne yapıyor bizim kız” Dedi ki “İstanbul’da”… “Görüştürsene bizi” dedim. “Tamam” dedi. Görüştük, tamam dedim ve bu iş bitti. Evlendik.
 

YORUM YAP
YORUMLAR